Başlığın okuyucuya hayli “iddialı” geleceğini biliyorum. En başında buradaki amacımın; bilimsel strateji ve savaş sanatını “terminoloji” temelinde özdeşleştirip, mücadeleyi askeri terminolojiyle açıklamaya girişmek olmayacağını söylemeliyim. “Deneme”deki amacım, özellikle SSCB’nin dağıtılması ve hareketin uzun süredir büyük bir geri çekilme yaşamasının ardından, burjuva güvenlik doktrinleri ile “askeri” başta olmak üzere güvenlik donanım/teçhizatları konusunda ne kadar ilerlediğinin altını çizerek, bu yeni döneme uygun “askeri” hazırlıklara ihtiyaç duyulduğunu kimi saptamalarla vurgulamak olacak.
Değişim Sürecinin En Zorlu Aşaması
Toplumsal olarak “her büyük dönüşümün bir iktidar sorunu” olduğunu bilmeliyiz. Bu da kaçınılmaz biçimde; şu ya da bu şekilde, toplumsal çelişki ve karşıtlıkların en yoğun olduğu “sıçrama eşiği” anında, düzenin güvenlik bürokrasisi ile değişim isteyen güçlerin karşı karşıya geleceği anlamına gelir. Kısacası bu durum “mücadelenin en yoğun ve yüksek aşaması” olan “kritik çatışma”dır. Değişim süreci, kentli orta-katmanların “hayal dünyasında” olduğu gibi “danslar edilip şarkıların söylendiği”, “aktivistlerin” polis kalkanları karşısında “sempatikçe kitap okuduğu” “make love, no war” türü bir “görsel şölen” değildir. Küçük-burjuva romantizminin Pollyannacı “eylem estetiği”nin aksine, ciddi ve disiplinli bir hazırlığı –bir dönüşüm aşamasında etkili olacak stratejik planlamayı– gerektiren, Lenin’in de söylediği gibi “geniş kapsamlı, zor ve karmaşık bir bilimdir” ve şiddetli bir altüst oluş anlamına gelir.
Gelişkin ve üstün durumsal farkındalık sistemleri ile donanmış, termal/kızılötesi ve gece görüş ekipmanları ile günün herhangi bir zamanında –gece ya da gündüz– ve her türden hava koşulları altında –görüş mesafesinin kısalması durumunda bile– harekete geçme yeteneğine sahip, hem radyo seyrüsefer hem de keşif uydularıyla sahadaki her bir hareketi yüksek çözünürlükte ve ‘gerçek zamanlı’ olarak takip edebilen, bu konumlandırma teknolojileri ile herhangi bir güdümlü mühimmat ya da ‘taşıyıcı aracı’ –aerodinamik ya da balistik– sahadan uzak bir noktadan hedeflere oldukça düşük bir sapma payı ile yönlendirip/ulaştırabilen ve tüm bunlarla birlikte “hava üstünlüğü”nü –en önemlisi– elinde bulunduran karşı güçlerin sahada, sadece sloganlarla geri çekilmeyeceği açıktır. Ve bu güçlerin “kontrgerilla doktrinleri” ile birlikte düzensiz savaş konusunda hayli zengin bir deneyime sahip olduğunu unutmamak gerekir.
Şehirler ve Modern Savaş Stratejileri
Modern dünyanın kentleşme yapısı nedeniyle, büyük ölçekli hareketlerin ağırlık merkezinin özellikle büyük şehirler olacağını öngörmek mümkündür. Bu durum, mücadeleyi kaçınılmaz olarak “meskun mahal muharebesi”ne dönüştürecektir. Bu ise oldukça özgün taktik becerilerle birlikte savunma için gelişkin tahkimat bilgisi gerektiren özel türden bir süreçtir. Büyük güçler uzun süredir bu türden durumlar konusunda uzmanlaşmış özel birlikler yetiştirmekte ve her geçen gün yeni stratejiler geliştirmektedir. Kent içi çatışmalarda, özellikle uydu ve insansız hava aracı gibi orduların keşif ve gözetleme yeteneğini artıran yeni askeri teknolojilerle birlikte “hassas ve güdümlü mühimmatın” eşgüdümlü kullanımı büyük bir avantaj sağlar.
Ordu başta olmak üzere bir bütün olarak devletlerin baskı araç ve aygıtları, savaş uzmanlarının –asker ya da sivil– titiz çalışmalarıyla, dünyanın herhangi bir bölgesindeki en küçük çatışma, çarpışma ya da muharebeyi dahi –RF’nin Ukrayna’yı işgali bunun en güncel örneğidir– ciddiyetle ele alıp, en küçük ve ince ayrıntıya kadar çözümleyip sonuçlar çıkararak –özellikle ‘Think-Tank’lar aracılığıyla– strateji ve taktiklerini bu sonuçlar temelinde geliştirip güncellerken, ‘o gün gelsin bakarız’ gibi düşman tehdidini küçümseyen bir yaklaşımın ciddiyeti üzerine değerlendirme yapmaya bile gerek yoktur.
Emperyalizm ve Güç Dengesi
Bu “küçümseme” belasının bir nedeni de “emperyalizmin kağıttan kaplan olduğu” varsayımıdır. Emperyalizm “kağıttan kaplan” değildir, teknik/teknolojik üstünlükle birlikte sınanarak pekişmiş nizami ve gayrinizami harp doktrinlerine sahip, deneyimli, örgütlü ve güçlü bir güçtür.
Amacımız büyük orduların ya da emperyalistlerin ‘yenilmez olduğu’ düşüncesini yaratmak değil ama Sun-Tzu’nun artık “özdeyiş” haline gelmiş sözünü anımsatmak isteriz: “Kendini tanıyan ama düşmanını tanımayan kazanacağı her zafere karşılık bir yenilgi tadar. Ne kendini ne düşmanını tanıyan, her savaşta yenilgiyi tadar.”
Sonuç olarak, büyük çaplı dönüşümler asla bir “oyun” değildir. Romantizm, maceracılık ya da lafazanlıkla yürütülemez. Emekli ABD Ordu Subayı Binbaşı Michael Boden’in değerlendirmesi ile; “stratejik ve taktik düzeylerde olağanüstü bir kavrayışla birlikte oldukça gelişkin askeri bilgi ve çözümleme yeteneğine sahip olan
‘Kızıl Clausewitz’ Engels”in de söylediği gibi;
“…Siyasette yalnızca iki belirleyici güç vardır. Devletin örgütlü gücü [olan] ordu, ve halk yığınlarının örgütlenmemiş, ilkel gücü.”
Elbette “kritik durumlar” gökten zembille inmez, büyük dönüşümlerin gerçekleşmesi için zorunlu olan “öznel ve nesnel koşulların birliği” şarttır. Sürecin her aşamasına hakim bir organizasyon, güçlü bir “C³” –Komuta, kontrol ve iletişim ağı– kurmuş olmalı, stratejik ve taktik planlamalar yapılmalı ve metropollerin hangi konumlarında nasıl bir hareket planı uygulanacağı önceden hesaplanmalıdır.
Yazar: Halil Ateş
Nuri Bilge Ceylan’ın Son Filmi Kuru Otlar Üstüne Bize Ne Anlatıyor?